29 Aralık 2010 Çarşamba

Fizy de Kapatıldı!



Fizy...

Ödül arifesinde, ülkesi tarafından kapatılan sitedir kendisi. Bilmeyenler için hemen ekleyelim, her türlü müziği dinleyebileceğiniz eşsiz, şeker ve en önemlisi Türk yapımı bir siteydi. Ülkesinin adını duyurmak da başarılı oldu ve kullanıcılarına geniş bir yelpazede hizmet verdi. Oyun ve anime müzikleri bile bulabiliyordunuz onda.

Fakat sonuç?

Last fm ve Pandora gibi sitelerin yarıştığı bir platformda "Ben de varım!" diyen sesi duyularak ödül alacağı bildirilmiş bu siteye. 6 Ocak'ta ödül alacak ve o ödül alırken ödül törenine apple, facebook, yahoo, google gibi devlerin yöneticileri de orada olup onun başarısını izleyecek.

Soruyorum sana ey Türk insanı, niye kendi başarını böyle baltalıyorsun? Dünya senin vatandaşının emeğini ödüle layık görüyorken ve gözler üzerindeyken neden kendini komik duruma düşüyürosun?

Fizy'nin kurucularından olan Ercan Yaris'in durum hakkında kendi blogunda anlattıklarına mutlaka göz atın derim. Eğer anlattıkları doğruysa gerçekten utanılacak bir durum çıkıyor ortaya.

Sözlerimi, site açıldığında karşımıza çıkan üzücü tablo ile sonlandırıyorum...

"Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.
T.C. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 17.12.2010 tarih ve 2010/93 Basın Muh-K. sayılı kararı gereği erişime engellenmiştir."

6 Aralık 2010 Pazartesi

STAJYER: Kaderin Kötü Bir Oyunu


Yaz geldi, bitti ve gitti. Yaz gelince benimde staja gitmem gerekti. Binbir türlü zorluklarla staj bulduktan sonra Koç gibi şirkette çalışacağım için mutluydum. Koç.Net'in Network Güvenliği departmanında çalışcak ve çok şey öğrenecektim! Meğer bir komedi-dram'da başrol oynayacaktım da haberim yokmuş.

"İş hayatı zordur", dedi büyüklerim. Hak verdim, hepsini dinledim. "Hazır ol her an her şey olabilir, sana bağırabilirler bile", dediler. "Peki" dedim ve kendimi buna hazırladım. Fakat karşılaşacağım şeyin, yanlış yaptığım için kızılması değil, düpedüz aile terbiyesinden yoksun kişilerin saldırısı olacağını düşünmemiştim. Bazen insan yaşamadan anlamıyor, tam olarak hayal edemiyor. Bilinçaltlarındaki aşağılık kompleksini "stajyer" olduğu için karşısındakinden çıkaran bir takım kişiler vardı karşımda. Yaşça küçük, genç ve orada sadece 1 aylığına bulunmanın dayanılmaz zulmü! Sonuç? Sonuca geleceğiz...

Peki neler yaşadım?

Bir kere bütün bir hafta boyunca kimse benle konuşmadı. Büyük bir hevesle gittiğim iş yerinde önüme konan laptop dışında hiçbir iletişim kurulmadı benle. Açık ofis şeklinde dizayn edilmiş iş yerinde, kabak gibi ortada durduğum halde bir günaydın/iyi akşamlar bile denmedi bana. 10 saat boyunca boş boş oturmaya gittim, o kadar. Tek kelime edilmeden 1 haftam geçti.

Sonra, bazı ufak selamlaşmalar oldu. Bir ara bana bir şeyler de gösterdiler hani. 20 iş günü olan stajımın 3 günü böyle geçti. Geri kalanında ben günün 10 saatini çöpe atıyordum. Komik olan, departmanımda 2 adet bayan bulunmasına rağmen onlar diğerlerinin yaptığı günyadın/iyi akşamlar kombinasyonunu bile söylemekten acizdi. Yanımdaki masadaki çalışana bişey demek için geldiklerinde bile, çok afedersiniz, popolarını bana dönerek konuşuyorlardı. Gerçi buraya kadar her şey normal aslında. Stajda adam gibi şeyler öğrenen insanlar çok değil. Ama 2 adet olay var ki beraber gülelim diye anlatıyorum. Yazık yazık onlara :P.

Efendim ilki bir garip kültablası yüzünden oldu. Çalıştığım (hala çalıştığım diyorum. Koltuk işgal ettiğim diyim) yerde her katta bir teras var. Teras diyorlardı bildiğiniz balkona, neyse. İşte orada kendim gibi stajyerlerle öğle arasında otururken onlar kavhe almaya gitti. Ben kahvesever olmadığım için yerimden kalkmadım, nasıl olsa onlar da masaya geri dönecekti. Arkadaşlardan biride sigara kullanıyor bu arada. Neyse ben otururken biri geldi ve önümdeki kültablasını hiçbir şey demeden aldı. Tam gidiyordu şoka girmiş bendeniz panik bir sesle:


"Bir dakika bir dakika, onu alamazsınız." dedim. Adamdaki cevvap:
"Neden?"
"Arkadaşlar gelecek birazdan biz kullanıyoruz onu.", hayır önümde duran kültablası için adama açıklama yapıyorum hale bakın. Adamdaki cevap ise efsane!
"Orada boş duruyordu ama?!"
"Ama arkadaşım gelince sigara içecek o yüzden biz kullanıyoruz onu.", hala salak gibi açıklama yapmaya devam ettim, evet.

Şimdi gelelim adamın muhteşem tepkisine. Dikkatinizi çekerim ben sadece çok şaşkınım, zerre sinirlenmedim. Zaten karşımdaki büyüğüm olduğu için tepki göstermek terbiyeme aykırı.

"Al ya al! Tamam ya korktum aman al. Korktum valla al kültablasını istemiyorum!" böyle dedi ve bitmedi. Dibimde duran arka masaya oturdu ve arkadaşına "korktum" muhabbeti yapmaya devam etti. Bende duyuyorum gayet net tabii.

Sorarım sizlere şimdi, nedir bu? Bu şahısın amacı nedir? Kendinden genç ve oranın çalışanı olmayan bir kişiye böyle davranma lüksünü nereden bulmuştur?

Stajyer iseniz herkes size her şeyi yapmayı doğuştan hak sayıyorlar. Ama neden derseniz meçhul. Oraya bir şeyler öğrenmeye gelen üniversite öğrencilerini insan yerine koymamayı kural bellemiş hepsi. İnsan muamelesi göremiyorsunuz.
Gelelim diğer olaya.

Ofisler, açık ofis şeklinde. Kübik denilen plastik plakalar ile ayrılıyor her yer. Herkes meydanda :D.
Hal böyle olunca aynı departmandaki masalarda yan yana. Büyük bir masayı bir plaka ile ortadan bölmüşsünüz kadar dipdibeyiz. Kısaca yan masada ne oluyor hem duyuyor hem görüyoruz. Bu arada söylemeyi unuttum, baktım ki bir şey öğreten ve takan yok bende kendim araştırarak bir şeyler öğreniyordum. O staj defteri nasıl dolacaktı yoksa? Etrafımdakilerin konuşmalarında geçen terimleri araştırıp bilgi topluyor ve küçük bir deftere not ediyordum. Resmen casusluk yaptım yahu. Onlar sonradan öğrendi ama ben orada çalışıyordum aslında. Kendimce bir şeyler öğrenmeye çabalıyordum. Eh, bunu da en iyi internetten yapıyordum. Bu cümlemi unutmayın, nedeninini şimdi anlayacaksınız.

Alt kattan yanında bir lise stajyeri ile bir kişi, yan masamdaki çalışanın yanına oturdu ve başladılar sohbete. Orada lise stajyerleri de staj yapıyor tabii. Neyse işte, dört kız bir erkekmiş bu stajyerler. Bu da erkek olanı yanına alıp gelmiş. Yok efendim staj bitmeden birini ayarlayamazsa yuh'muş, onlar olmasa bile arkadaşlarından birini ayarlaması lazımmış. Kimseyi bulamazsa döveceklermiş. Bu fırsatı kaçırmamalıymış falan da filan. Klasik bir muhabbet. Ben de hiç takmıyorum, önümdeki laptopa konsantreyim o an. Sonra arada şöyle bir laf geçti:


"Sizin burada da kız stajyer var ama, o işe yarmaz ya tüm gün internetin başında." Ben hiçbir şey anlamadım. Bahsedilen ben miydim? Bunu doğrulayan ise yan masamdaki çalışan oldu:

"Oğlum o kız üniversite stajyeri."
"Hadi ya?"

Bahsedilen bendim evet. Yaşımdamn küçük gösterdiğim için lise stajyeri sanılmıştım. Ama önemli olan bu değildi, bu nasıl bir muameleydi. Duyacağımı adı gibi iyi biliyordu o kişi. Ama hiç umrunda değildi belli ki. Şaşkınlıkran hiçbir şey diyemeyen ben ise duymamış gibi yaptım. Zaten kısa zaman sonra kalkıp kendi katlarına döndüler.

Buradan o kişiye seslendiyorum! O bilgisayar syesinde ben o staj defterini doldurdum be! Sen bilmiyor musun ordakileri, iş verdiler de biz mi yapmadık! İşim olsa onu yaparım, demek ki iş verilmiyor gel bunu eleştir hadi! Boş oturmaktan en rahatsız olan bendim ama bu elimde olan bir şey de değildi. Bunun için beni nasıl böyle iğrenç bir tabirle suçladı o kişi anlamış değilim. Ayrıca duyacağım ortamda böyle saçma bir muhabbete konu edilmem de hiç hoş değildi.

Kısaca, iş yerlerinde nedensiz bir biçimde psikolojik baskı var. Bu da bir nevi taciz diye düşünüyorum. İnsanların karşılarındaki gençlere böyle saçma şekillerde davranma nedenini ise çözmüş değilim.
Fakat gariptir ne çay taşıdım ne de fotokopi çektim :D. Belki bunları yapsam bu kadar sıkıcı geçmezdi xD.

15 Eylül 2010 Çarşamba

IBM'de Sınava Girmek Bir Başkadır



Uzun zamandır yazmadığım için staj maceralarımı ve ondan önce "nasıl staj bulma çabası" sarfettiğimi anlatamadım tabii. Her şey bir yana IBM'in İngilizce Yeterlilik Sınavı(!) adı altında yaptığı garip, ürkünç ve sinir krizi geçirten sınav bir başka!

Efendim ben, yüksek ortalamasına rağmen bir türlü staj bulamamış bir insandım. Mail yolu ile CV gönderdiğim yerlerden ise "bir" cevap bile gelmiyordu. Gel zaman git zaman, fark ettim ki etrafımdaki arkadaşlarımın çoğu tanıdık vasıtasıyla staj bulmuşken ben ortada kalmıştım! CV yolladığım şirketler tarafından ekilmiş ve genç kız hayallerimle oynanmıştı! O sıralarda haberdar olduğum IBM'in sınav ile stajyer alacağı haberine umudu bağladım. Sınav başvurum kabul edildiğinde (öyle herkesi de kabul etmiyolar o.O) bir İngilizce Yeterlilik Sınavı yapılacağını belirten bir mail aldım. Her şey hoş, gerisi boştu. İngilizce'den 4 dönemdir AA ile geçen ben, hiçbir şeyi dert etmiyordum. Ama gelin görün ki aşk, aman pardon IBM ne eyledi!

Salı günü sınava girecektim. Heyecan vardı elbette ama kendimi teselli ederek üstesinden gelmeye çalışıyordum. İngilizce Yeterlilik Sınavı deyince akla "reading, writing, vocabulary" gibi kısımlar geliyor değil mi? Hatta ben konuşmaya bile hazırdım. Sonra Pazartesi akşamı "yahu bir bakayım bu adamlar neler sormuş, belki forumlarda geçen yıllarda girenlerin izlenimleri vardır." diyerek internette araştırmaya başladım. Gerçekten de aradığımı bulmuştum, ama dumur olarak... Efendim bu mevzu bahsi geçen İngilizce Yeterlilik Sınavı hiç de öyle anladığınız türden değilmiş. 95 soruluk, bunun 70 sorusu IQ'nuzu ölçen son 25 soru da matematik problemleri olan bir garip sınavmış meğer. Ama haklarını yemeyelim! Tüm sorular İngilizce. Bilgisayar ekranını yumruklamak isterken o ekranı aslında ne kadar sevdiğimi hatırlayıp vazgeçtim. Problem nedir ben hatırlamıyorum!!! Ünversiteyi kazanalı neredeyse 3.5-4 sene olacak(hazırlık da okudum çünkü). Bu süre zarfında bir problem çözmedim. Bari türev integral soraydılar -_-'. Hemen internetten ÖSS öğrencileri için işçi-havuz problemlerinin konu anlatımını izledim ve bazı şeyleri hatırladım.

Neyse ertesi gün gittik sınava.Asıl komiklik burada başlıyor. Buraya kadar her şey normaldi.
Sınava girdim ve ilk bölümde 40 soru sayılarla ilgili IQ soruları olduğunu ve 30 dk'da mı ne bitirmemizi istediklerini söylediler. İkinci bölüm 30 soruydu ve şekillerden oluşan IQ sorularından oluşuyordu. 25 soruluk son bölüm -matematik problemlerinden oluşan- ise 25 yada 30 dk.ydı. Ve sınav 60 dk. Tabii sınavın test olmasının güzelliğini yanında bir de kendilerini ÖSYM sanarak 4 yanlışın (ya ad 3tü) 1 doğruyu götürmesi durumu da var! Şimdi sorun şurada -hepisini geçtim-, bize yapılan psikolojik baskı! Zaten sınavın başlamasına yakın orada çalışanlardan bir kısmı gelip tanıdıkları öğrencilerle merhabalştılar. Sınava gerek yokmuş dedim o an ama neyse hadi girdik biz yine. Psikolojik baskı dediğim de bu değil aslında. Şimdi başlıyor!

Sınava girdik ama ilk 30dk bittiğinde şu sesle irkildim:

"İlk bölüm için 30 dk.nız bittiiii! Yani şey tabii sürenizi nasıl kullanacağınız size kalmış ama bizim istediğimiz bu sürede ilk bölümü bitirmeniz. İsterseniz ikinci bölüme geçin isterseniz devam edin."

Bu durumda siz olsanız ne yapardınız? Ben panikledim doğrusu. Ne yapayım derken zaten bir iki sorum kalmıştı bırakıp ikinci bölüme geçtim. Aradan zaman geçti ve o korkunç ses tekrar yankılandı:

"İkinci bölüm için ayrılan süre bittiiiii! Ama tabii sürenizi nasıl kullanacağınız size kalmış."

Şaka mı yapıyorsun teyze! Dalga mı geçiyorsun! ÖSS'de de her bölüm için ideal süre yazar ama kimse uyarmaz! Niye konsantrasyonumu bozuyorsun! Manyak mısın -_-'?

Ama durun daha bitmedi! Sınavdaki bir arkadaş şöyle, mantıklı bulduğum bir soru sordu:
"Bu bölümlerden hangisinin puanı daha yüksek? Hayır ona göre ağırlık verelim."diye bitirdi sözlerini gülerek. Ben de güldüm, doğruydu. Ama yanlış olan kısım ise cevap veren kadının soruyu cevaplamaktan çıkıp nerdeyse sınav sonuna kadar konuşmasıydı :S. Hangisinin puanı daha yüksek söylemeyeceklerini belirtti. Tamam bu lafı ettin sus değil mi? Ama yoooook. Yok bu sınav ne kadar önemliymiş, yok kendisi bu sınavı ne kadar beğeniyormuş, yok bizim analitik zekamızı ölçmek için yapılıyormuş bıdı bıdı bıdı.

Kadına karşı o an içimde uyanan kin ve nefretle görüntü bulanıklaşırken bir de silgimi paylaşma nezaketini gösterdiğim çocuğun tüm sınav boyunca silgiyi önümden çekip alması ve ben alamayacağı bir yere koyunca da sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi

"Silgiyi versene." demesi??? Silgiyi kafasına atarak vermem lazımdı ama sınavdayız diye ben yine kibar davrandım. Ama artan sinir katsayım ve beynimde ölen hücrelere kim acıyacak? Kim onlara nezaket gösterecek?!

Sınavdan çıktığımda "kazansam da gelmem be!" diyerek sinirden çatlarcasına yürüdüm gittim.

Bu olayı anlattığım yakın bir arkadaşımın tepkisi ise şu oldu:

"Her şey tamam da sen o konuşan kadına nasıl bağırmadın hayret ettim!"

Dediği doğruydu. Bazı çevrelerce sıcak ve sakin görünsem de yakınlarım bilir ki çabuk sinirlenir ve istemeden tepkimi ortaya koyarım. Ama arkadaşım yanılmıştı, ben kadına elimde sıktığım kalemi fırlatmak istiyordum! Ne bağırdım ne de o kalem elimden kurtulup kafasının ortasına yapıştı...

Sonuç ne oldu peki? Bilmem. Sizi alacağız ya da katıldığınız için teşekkürler ama olmadı gibi bir mail almadım. Daha doğrusu hiçbir şey gelmedi IBM'den bana.

IQmuzu ölçerlerken, hani her şeyi düşünmüşler ya, doktor niye getirmemişler? Hadi bakalım doktor kontrolünde yapılsaymış?

Böyle salak saçma bir sınavda sinir krizi geçirdiğimle kaldım. Staj buldum gerçi, hem de gayet güzel bir yerde. Oradaki maceralarımı da ilerleyen günler de anlatacağım. Sonra da staj bulduğumun haftasında Turk.net beni arayıp görüşmeye çağırdı. Yok dedim ben bir yere kabul edildim gelmeyeceğim. IBM kısmetimi mi açtı ne???

Elimi Bırakma Kaybolursun!

Pazar günü Media Markt'da (ya da adı her ne ise) yaşanan bir olayı anlatmadan önce kısaca karakterlerimi tanıtmak istiyorum.

Annem:

51 yaşında, bildiğiniz kocaman kadın

Ben:

21 yaşında, annesinden 30 yaş küçük tek evlat.

Şimdi konuya dönelim.
Pazar günü notebook bakmak için gittiğimiz elektronik eşya mağazasında biz babamla bilgisayarlara bakarken annem ise gözüne kestirdiği renk renk, çeşit çeşit ve gerçekten çok değişik tiplemede mouse'ları inceliyordu. Arada bir beni çağırıp bana da gösteriyor tabii. Neyse ben reyonlar arasında gidip gelirken birden annemin ortadan kaybolduğunu fark ettim!

"Baba annem nerde?!"

"Ne biliyim şurda değil mi?" (mouse'ların olduğu yeri gösterir.)

"Yok orda! Nereye gitti bu kadın!"

"Ya buralardadır buluruz."

(baba kız anneyi arar ve bir süre sonra bulamazlar)

Aklıma şu geldi o an, hani kaybolan çocukları girişe götürürler oradan da anons ederler ya, "bir girişe bakayım" dedim belki bizi göremeyince oraya gitmiştir. Ve girişe gittim. Annem oradaydı. Uslu bir çocuk gibi kollarını önünde kavuşturmuş tombul yanaklarıyla sağa sola bakıyordu. Hemen gittim yanına tuttum elinden (evet aynen böyle yaptım),

"Anne nerdesin sen?!"

"Ne biliyim sizi gözden kaybedince ben de buraya geldim. Burada bekleyeyim dedim."

"Yürü! (bir yandan da tuttuğum elinden çekiştiriyorum) Elimi bırakma bir daha kaybolursun!"

Tabii annem bu sözler üzerine bir kahkaha koy verdi :D.
Anneme annelik yapmak benim için de çok komikti, ben de kahkahalarına eşlik ettim xD. Bu da böyle garip bir an oldu bizim için.

Notebook aldık mı? Aldık aldık ^^

26 Eylül 2009 Cumartesi

Bilmece Deneği


Yukarıdaki amcayı tanıdınız mı? Efendim, duyamadım? Heh, tanıyanlar çıktı! Bir zamanlar çocukların neşe kaynağı olan Yalvaç Ural kendisi :).
Bu yazı ise, benim onla yaşadığım küçük bir anıdır.

Bilenler bilir, bir zamanlar zıpır bilmeceler vardı, Yalvaç Ural tarafından yazılan. Her yaştan insanın dilindeydi bunlar ve sizi ansızın yakalayabiliyordu.

"İtfayeciler neden pantolon giyer?"
"Eee şey bulamadım neden? (o zamanlar yeniydi cevabı herkes bilmiyordu :P)
"Ahahaha! Tabiiki de pantolonları düşmesin diye!"


Örnekler çoğaltılabilir ama ben, bu klişe bilmecenin dışında başka bir klişenin ilk denendiği çocuk olarak anlatacağım bu anımı :). Bazı kesim insanlar buna (nedenini anlamadığım bir biçimde) inanmasa da ben bunu burdan anltacağım kardeşim :P. Yaşadım ben bunu, yeter!

Şimdi, büyük halamın( iki halam var) Tekirdağ'da bir yazlığı var. Hala da var. Biz o zamanlar, benim yaşım 5 veya 6ydı, her yaz ailecek halamın yazlığına gider, kuzenler falan filen 2 oda 1 saalon yazlık evde 11 kişi kalırdık(keyfe bak!) :P. Küçük halam da gelirdi ailesiyle.
Yazlık sahibi halamın yan komşusu ise Yalvaç Ural'dan başkası değildi. Yazlık evinde kitaplar yazan ve yeni "zıpır" bilmeceler üreten, bıyıklı ve hafif göbekli bir amcaydı gözümde. Meşhurdu ya çok çekinirdim ondan :P. Utangaçtım zaten hepten ekiniyordum ondan.

Bir gün beni içeriden çağırdı annemler, koştum çıktım bahçeye, bir de baktım Yalvaç Amca ve halamlar konuşuyor.

"Hazal gel sana bir sorum var."dedi Utandım ama yaklaştım ona doğru.
"Hayaletler yüzmek için nereye gider?"
Hazırlıksız yakalanmıştım! Yepyeni bir zıpır bilmeceyle karşı karşıyaydım!
"Eee...bilemedim neden?"
"Ölü Deniz'e!" dedi gülerek. Ben de gülmüştüm ve bu bilmece çok hoşuma gitmişti. İstanbul'a dönünce her önüme gelene bu bilmeceyi sormuştum. Eh, o zaman da bunun cevabı çok bilinmiyordu.

İşte Ölü Deniz zıpır bilmecesinin ve aynı zamanda şu an herkesin bildiği bu bilmecenin üzerinde denendiği ilk çocuk benim :D. Adam tepkimi ölçtü işte bariz bir biçimde. O bilmeceydi o gün yazmış söylenene göre.

He bir de bana o gün bir kitap hediye etmişti. Aslında iki tane ama diğerinin resmini bulamadım :( ve adını da unutmuşum. İşte verdiklerinden biri hemen aşağıda :).


17 Eylül 2009 Perşembe

Ben Bunu Yaşadım :D!


Yukarıdaki karikatür, "Uykusuz" dergisinin çizerlerinden Umut Sarıkaya'ya aittir. Resimdeki yazıları okuyacak olursanız, o günkü halimle ilgili bir fikir edinmiş olacaksınız :).

"Mont Beni", isimli bu şiir ve karikatürü ben pazartesi günü yaşadım!

Pazartesi günü havaların ısınacağını zaten hava tahminlerinde bangır bangır görüyorduk. Ben de eşi dostu uyardım "Bakın hele buraya! Havalar pazartesi ısınıyor!" falan filan diye. E ne oldu? Mont Beni oldu xD.

Pazartesi camdan kafamı çıkartıp baktım hava serin geldi. Bende giydim uzun kolluyu, üstüne kapişonlu svitşortu çıktım dışarı :P. Dışarda afkanlar bastı! Ben de tıpkı karikatürdeki adam gibi "Tedarikliyim diye sevindim" :D. Ama sonuç? Bunalım!

Akşam iftardan snra dönücem o zaman hava soğuk olur diye avuttum kendimi. Minibüse yürürken yolun yarısında, sırtımdan sökercesine fırlattım svitşörtü ama bu defa elimde kaldı ağırlık yaptı :P. Yetmedi, uzun kollu tişöartte boğdu beni ama artık onu da çıkartamıyor insan :D.

Bir karikötürün can bulmuş hali olarak, "Ya belki beni,m gibi uzun kollu giymiş olan vardır" diyerek tüm yol boyunca (40 dakika) yoldan gelen geçeni süzdümi dikizledim. Yaşlı teyzeler üşür be onlar kalın giyinmiştir derken karşıma çıkan bütün teyzeler kolsuz giymesin mi! Abooovvvv!
Yaşlılar bile kısa şeylerle ferahlarken ben depresyona bir adım daha yaklaştım. Yoldai işe gittiği için uzun kollu gömlek giymiş beylerle avundum, birkaç hanım üzerine inca, uzun kollu yeleğimsi şeylerden almış bir de su serpti içime. E tabii benimki acınası bir rahatlama xD.

Mont Beni şiirini burdan kendime armağan ediyorum :).

16 Eylül 2009 Çarşamba

Vodafone İkoncanı

Bir Avea kullanıcısı olmama rağmen az önce yaşadığım şeyle gülmekten yerlere düştüm :D.

Efendim geçen gün Penguen dergisinde, Patates Baskı bölümünde şöyle bir yazı gördüm(bu haftaki sayısında):

"Avea ve Turkcell'in 'Aradığınız kişiye ulaşılamıyo' mesajı güzel sesli bir bayandan dinletilirken Vodafone neden adam sesi koymuş?..."

Bilmeyenlere duyuralım, "Patates Baskı" kısmında kişilerin hem komik hem de doğru tespitleri yayınlanır. Ancak komik olan bu yazdığım değildi.

Vodafone bunu okuyup çok içerlemiş olacak ki o "ulaşılamıyor" diyen adamı değiştirmiş, ama kimle xD!

Az önce arkadaşın diğer hattı açık mı diye aradım ve karşıma bir tiki, bir ikoncan, o gecelerimin kabusu olan kızlardan biri çıktı ve şöyle dedi bana:

"Irıdığınız kişiye ulaşımıyor. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz."

xD Irıdığınız nedir ya nedir xD?
Bir de bunu yuvarlayarak söylüyor siz düşünün gerisini artık :P. Ben duyunca yarıldım :). Aradığını diyemeyen bir genç kızımızı getirip koymuşlar. Ancak sesi de çok sıkkın. Bitse de gitsek modunda. "lütfen daha sonra tekrar deneyin" derken "ay yiteeeer!" dediğini duyar gibiyim(yeter değil evet yiter :D).

 


Sürünen Öğrenci Modeli © 2008. Design by: Pocket